İÇİNDEKİLER
MUKADDİME | 9 |
Batı’nın Akıl Ocağında Buharlaştırılan Hakikat: Nüzûl-i İsa (A.S.) | 17 |
Hz. İsa’nın (a.s.) Hayatı | 20 |
Olağanüstü Hallerin Mahşeri: Hz. Meryem | 20 |
En İffetli Kadına En İffetsiz İsnad | 21 |
“Allah’ın Kuluyum” | 22 |
İfrat ve Tefrit Arasındaki Hakikat: İsa Kul ve Rasûldür | 23 |
Davete Adanan Ömür | 23 |
Benî İsrail’in Suikastı | 25 |
Dünya’ya Gelişi Gibi Gidişi de Farklı Oldu | 26 |
“Teveffâ” Kelimesi | 26 |
Cumhura Göre | 27 |
Rebî’ b. Enes’e Göre | 28 |
Vehb b. Münebbih’in Tefsîri | 30 |
Takdim ve Te’hir | 31 |
Yakın Dönem Müfessirlerine Göre | 32 |
Hz. İsa’nın (a.s.) Semaya Yükseltilmesi (Ref’i) | 34 |
Çağdaş Müfessirler Fetvalarıyla Kadiyanileri Meşrulaştırdılar! | 37 |
Reşid Rıza’nın Görüşü İbn Abbas’a mı Dayanır? | 37 |
Ref’ Kelimesinin Tahlili | 39 |
Nüzûl | 45 |
Kühûlette Konuşacak | 46 |
Ehl-i Kitab Hz. İsa’ya (a.s.) Îman Edecek | 48 |
Hz. İsa (a.s) Kıyamet’in Alâmetidir | 50 |
Hz. İsa (a.s) Kur’an-ı Kerim’e Göre Hüküm Verecek | 52 |
Nüzûl İle İlgili Hadisler | 53 |
İcma | 54 |
Hülasa | 55 |
Hayri Kırbaşoğlu’nun “Hz. İsa’yı Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi” Başlıklı Makalesine Reddiye | 59 |
I. “Toplumsal Talep” | 61 |
II. Yanlış Kıyas | 64 |
III. DELİLLER | 65 |
A. Ayetler | 66 |
1. Göklere Yükseltilmesi | 66 |
2. Nüzûlü | 68 |
B. İcma | 68 |
C. Hadisler | 70 |
IV. YAZARIN “Metin Tenkidi” İTİRAZI | 72 |
A. Kadim Usûl | 73 |
B. Keşmîrî ve Metin Tenkidi | 77 |
V. Tenkit Mevzuları | 79 |
A. “Kaynak Metodolojisi” | 80 |
1. Varlıkta Yaşanan Yokluk | 80 |
2. Ebû Hureyre | 83 |
3. Hadisleri Rivayet Eden Sahâbenin Yaşları | 86 |
4. Fıkhî Eserlerde Akidevî Mesele Aramak | 87 |
5. Literatür | 91 |
VI. “İSNAD TENKİDİ” | 93 |
A. Yanlış Hüküm, Başlık Değiştirmekle Doğru Olmaz | 95 |
B. Mevkuf Hadis | 96 |
C. Tevatür | 97 |
1. Tashih | 99 |
2. “O Bir Hazineydi” | 100 |
D. Tevatürde Aded | 102 |
E. Lafzi Mütevatir | 103 |
VII. “METİN TENKİDİ” | 105 |
A. Modern Zamanın En Derin Zihniyet Kırılması: Ortaçağ İthâmı | 107 |
B. Hz. İsa’ya (a.s.) Gönderilen Selam | 109 |
C. Hz. İsa (a.s.) Nereye İnecek? | 112 |
D. Akıl Terâzisinde Yok Edilen Mutlak Hakikat | 114 |
VIII. “YABANCI KAYNAKLAR” | 117 |
IX. Hülasa | 121 |
Sözün Özü | 125 |
İncil’i Tasdik, Kur’an’ı Tahrif Edenler | 126 |
Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın (a.s.) Nüzûlü | 127 |
Ayetler Arasında Tearuz İddiası | 129 |
Son Peygamber | 131 |
Hadisler | 133 |
Hülasa | 134 |
Nuzülü İsa- Mukaddime
Biri bir merkebe tekme atsa, merkep, “Bu tesadüfen oldu.” deyip yoluna devam etmez, idraki ona tekmenin bir faili olduğunu ve ona haddini bildirmesini söyler, o da çiftesini boşluğa değil, adama atar. Elindeki bardağı düşürüp kıran bir çocuğa, “Bardağı kim kırdı?” diye sorulunca, kendiliğinden oldu, demez ya sukût eder ya başka birinin üzerine atar ya da mahcup bir edayla “ben yaptım.” der. Çünkü merkep de, çocuk da tekmenin kendiliğinden atılmayacağını ya da bardağın tesadüfen düşüp kırılmayacağını bilir. Merkepte ve çocukta hâl bu iken akademyada yığınla insan, Kainat’ın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Bu durumda eşya ve hadiseyi tahlilde hangi akıl esas alınmalıdır; isabet eden eşeğin idraki mi, yoksa hayvandan daha aşağı bir telakkiye sahip münkirlerin aklı mı? Tam burada sözü Kur’an-ı Kerim’e bırakalım: “Onların kalpleri vardır, onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır, onlarla göremezler; kulakları vardır, onlarla işitemezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar.”
Hz. İsa’nın (a.s.) nüzûlünu inkâr mevzunun arkaplanında da “belhüm edal” derekesindeki aklın esas alınarak Kur’an-ı Kerim’in ve mütevatir hadislerin sorgulanmasını iktiza eden maraz vardır. Bu maraz fikri melekeleri kısır olan adamların sıfat-ı lâzimesidir. Onlardan hiç ayrılmaz. Bu yüzden iyilik halleri izafi, marazları daimidir.
Akide’nin sem‘iyyât bölümündeki ahkâm ya ayet-i kerimeler ya da mütevatir hadislerle sabittir. Nüzûl-i İsa da bu mevzulardandır. Delillerinin hem vürûdu hem de delâleti kat’i olan bir konuda aklın arkasına sığınarak hüküm vermek, sem‘iyyâta ait daha pek çok hususun inkârına kapı açar. Zira Kelam İlmi’nde “belhüm edal” derekesindeki akılların idrak edemediği daha yığınla mevzu vardır. Güneş sistemini boşlukta tutan, dünyayı binlerce hususu bir araya getirerek yaşam merkezi kılan, bir et parçası olan dile konuşma hususiyeti veren, kemik ve et karışımı olan kulağa duyma sistemini koyan Allah Azze ve Celle Hz. İsa’yı (a.s.) bedeniyle huzuruna almaya, orada yaşatmaya, Kıyamet’in öncesinde tekrar dünyaya indirmeye elbette kadirdir.
“Eğer Hz. İsa (a.s.) yaşıyorsa nerededir, ne yer ne içer?” gibi soruların temelinde, İslam’ı, ideolocyaları esas alarak sorgulama denâeti vardır. Oysa İslam’la küfür, Batıyla Doğu iki zıt kutuptur ve hep öyle kalacaktır. Nasıl ki, tenakuz, “Ahmet tabiptir.” ya da “Ahmet tabip değildir.” cümlelerinden birinin doğru diğerinin yanlış olmasını iktiza ediyorsa Hak’la Batıl arasındaki çatışma da temel mevzularda tenakuzu emreder. Lakin bu tenakuz İslam’ın doğrusuna bakılarak icat edildiğinden tarihin delaletiyle zahirdir ki değişmeyen doğru haktır.
İslam’a giriş, gayba imanla başlar; Aydınlanma Felsefesi’nin beslediği Batı düşüncesinin esasında ise “gayb”ı inkar vardır. Batılı adam görmediği, duymadığı, dokunmadığı her şeye masal gözüyle bakar. Lakin her bakışında tenakuzlar barındırır. Alemde esmasının ve sıfatlarının milyarlarca tecellisini müşahade ettiği Allah’ı inkar eder lakin göremediği, dokunamadığı aklının ve ruhunun varlığına inanır. Yıllar önce bir Fransız muallim müslümanların çocuklarının okuduğu mektepte derse girer ve talebelere şöyle hitap eder: “Çocuklar! Atalarınızdan kalma anlayışları ve inanışları terkedin. Görmediğiniz, dokunmadığınız şeylerin aslı yoktur, onlara inanmayın. Masallara ve hurafelere değil, bilim dinine inanın.” Daha sonra bir talebeyi konuyu anlatması için tahtaya kaldırır. Öğrenci de arkadaşlarından birine mevzuyu tekrar etmesini söyler. Ardından da hocaya dönüp, “Öğretmenim! Akıllı mısınız, deli mi, ölü müsünüz, diri mi?” diye sorar. Hoca, “Evladım! Sen aklını mı kaybettin bu ne cüret, bu nasıl bir soru?” diye kızar. Talebe, “Hocam! Sizin bilim dininize göre her şeyi sorgulamamız gerektiğini, görmediğimiz varlıklara inanmamımızın hurafe olduğunu söylemiştiniz. Ben de soruyorum. ‘Akıllı mısın, deli mi? Ölümüsün, diri mi?’ Bilim dinine göre aklını gösteremezsen deli olduğuna, ruhunu gösteremezsen de ölü olduğunuza hükmetmemiz gerekecek.” Öğrencilerin tamamı birden Hocaya “Deli, deli, deli!” diye bağırmaya başlar. Öğretmen hadise üzerine okuldan ayrılmak zorunda kalır. İnsan aklı göremez fakat muhatabının hareketlelerine ya da konuşmasına bakarak akıllı olup olmadığına, yürümesi, oturması, kalkmasından hareketle de ruhunun bedenden ayrılmadığına hükmeder. Zerreden küreye alemdeki insicam da Allah Teala’nın varlığına dalelat eder. Modernistleri sarsan bu akıldır. “Belhum edal” derekesini esas alıp, Allah’ı ve Rasûlü’nü sorgulayanlar yüzyıllık bölünmenin de, parçalanmanın da baş sorumlusudurlar.
Batı düşüncesi tezatlar mahşeridir. Küfrün de, Münafıklığın da dibi Batı’dadır. Tasavvurdan tasdike, bilinenler yardımıyla gidilir. Gördüğümüz, dokunduğumuz âlem-i şuhûd/görünen âleme bakar, Âlemlerin Rabbi’nin haber verdiği lakin görmediğimiz âlem-i gayba iman ederiz.
Her âlemin kendine has kuralları vardır. Bu yüzden Kelamcılar, “Gayb/Görünmeyen âlemin dünya hayatına kıyas edilmesi caiz değildir.” der. Cennet nimetleriyle dünya nimetleri arasında sadece isim cihetiyle benzerlik vardır. Cennet meyvelerinin tadı, rengi dünyaya kıyas edilmeyecek derecede bir güzelliğe sahiptir. Hz. İsa’nın (a.s.) yeryüzüne inişini inkar edenlerin en büyük yanılgısı da, Ahiret’i dünyaya kıyas etmeleridir. Batı düşüncesine mahkumiyetin, basar gibi basiretini de körettiği insanlar bir an kendilerine gelip eşya ve hadiseye bakarlarsa, âlem-i şuhûddaki bir insan dahi bir âlem içinde âlemler barındırır ve hiçbirinin yaşam koşulunun diğerine uymadığını görür. Bir âlemin yaşam koşulları diğerinin ölüm sebebidir.
“Cenîn” döneminde anneden beslenen çocuğun dışkısı olmaz. Dünyaya gelince aldığı besinin bir kısmını çıkarır. Anne karnındaki yaşam koşullarıyla, dışardaki hayat birbirinden çok farklıdır. Bu yüzdendir ki bir bebek doğduktan sonra tekrar anne karnına konulmuş olsa ölür. Dünyada bir insanda iki alem var eden Allah Azze ve Celle, Hz. İsa’yı (a.s.) da başka bir alemde, ekmeğe suya muhtaç olmadan yaşatma kudreti verebilir.
Ne Hz. İsa’nın (a.s.) nüzûlü, Allah Rasûlü’nün ﷺ “Hâtemu’l-Enbiyâ” olmasına aykırıdır, ne de Allah Rasûlü’nün Şeriatı’na ittiba etmesi O’nun için bir tenzil-i rütbedir.
Hz. Harun’un (a.s) , Hz. Musa’nın (a.s.) Şeriatı’na tabi olması, Hz. Musa’dan (a.s.) sonra gönderilen pek çok nebinin Tevrat’la amel etmesi sair Enbiya için bir noksanlık teşkil etmez. Ayrıca Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Hani, Allah, peygamberlerden, ‘Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra, elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, O’na mutlaka iman edeceksiniz ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz’ diye söz almış ve, ‘Bunu kabul ettiniz mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?’ demişti. Onlar, ‘Kabul ettik’ demişlerdi. Allah da, ‘Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım.’ demişti.” Buna göre Allah Azze ve Celle, Efendimiz’in ﷺ zamanına ulaşmaları durumunda, kendisine iman ve yardım etmeleri noktasında bütün peygamberlerden ahit almıştı. Önceki peygamberlerin Allah Rasûlü’ne ﷺ doğrudan kendileri ya da ümmetleri adına ittiba sözü vermeleri onlar adına bir noksanlık değildir. Hz. İsa’nın (a.s.) hali de bunun gibidir. O, yeryüzüne indiğinde -kendi şeriatı Kur’an’la nesh edildiğinden- Allah Rasûlü’nün ﷺ Şeriatı’na ittiba edecektir. Nüzûl’den sonra şer’i bir hükme kaynaklık edecek bir vahiy nazil olmayacak. Hz. İsa (a.s.) Peygamber olarak değil, milletine karşı Allah Rasûlü’nün ﷺ halifesi olarak gelecek. Allah Teala ile irtibatının olacağından bahseden hadislerde ise, şer’i hükümlerden değil, mücadelesini nasıl yürüteceği gibi hususlardan bahsedilmektedir. Fakat O’na şer’î bir hüküm ifade eden bir vahiy nazil olmayacaktır. Çünkü risalet Allah Rasûlü ﷺ ile hitama ermiştir.
Allah Teala, Hz. İsa’nın (a.s.) Hz. Musa’nın (a.s) şeriatıyla münasebetini ifade buyururken, Hz. Musa (a.s.) tarafından haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak için gönderildiğini ifade etmektedir: Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim.” Bazı şeyleri olduğu gibi Tevrat’tan almak ya da bir kısmını değiştirmek nasıl Hz İsa’nın (a.s.) risaletine halel getirmiyorsa, nüzûlden sonra Allah Rasûlü’nün ﷺ şeriatıyla amel etmek de O’nun nübüvvetine zarar vermez.
***
İki ana başlık altında mütalaa ettiğimiz Nüzûl-i İsa meselesi eserin ilk bölümünde ayetler bağlamında, ikinci bölümünde ise daha çok hadisler zaviyesinden tahlil edilmiştir. Allah Teala mahcub eylemesin.
لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاّ بِاللّهِ العَلِيِّ العَظِيمِ
هَذَا رَأْيِي ٬ وَالرَّأْيُ يُخْطِىئُ وَيُصِيبُ
İhsan ŞENOCAK