Adnan KARAKAŞ, Hüküm Dergisi 7. Sayı, Makaleler

GEZİ DİLİ!

Gezi’nin altını üstüne getirdik. Konuşulmadık bir tarafını -neredeyse- bırakmadık. Gezi’dekilerin kim olduklarını öğrendik. Ne yaptıklarını. Ne istediklerini. Ne yiyip ne içtiklerini… İç ve dış bağlantıları. Sermaye ve medya ayağını. Meselenin siyasi, sosyal ve psikolojik taraflarını. Ortaya çıkan kompozisyonun mahiyetini.

Aklımıza gelen her ama her şeyi konuştuk. Neticede herkes kendine göre dersler çıkardı bu süreçten.

Ama süreçle ilgili gözden kaçan taraflar da yok değil. Sözgelimi Taksim Meydanı’nı doğal bahçesi olarak kullanan oteller kimsenin gözüne batmadı. O otellerin üzerine inşa edildiği mezarlıklarsa değinilerle geçiştirildi.

Neden acaba? Nasıl oldu da benim gördüğümü Taksim’le yatıp Taksim’le kalkanlar göremedi? Merak işte! (Oteller meselesine parantez içi değinmiş olalım.)

Süreçle ilgili konuşulmayan asıl konu Gezi’nin dili. Bence dil, meselenin en önemli tarafı. Gezi’nin dilini hemen hemen hiç konuşmadık. Iskaladık bunu. Dili de, tıpkı oteller gibi bir iki yerde yüzeysel değinilerle geçiştirdik. Dedik ki; gençler itirazlarını esprilerle dışa vuruyor, sempati kazanıyor. Ne güzel! Dili ancak bu kadar mesele edebildik. Tam da bu dil üzerinden olaylar idealize edilebildi, resmin tümü gözlerden ırak tutulabildi.

O halde soralım: Gezi eylemlerinde hâkim dil veya diller nelerdi? Espri dediğimiz şey aslında neydi?

Gezi’de iki tür dilden söz edebiliriz. Birincisi; şiddet. Polis ve eylemcilerin başvurduğu şiddet. Şiddet üzerinden tarafların birbirlerini suçlaması kolaydır. Şiddet boyutu bu kadar öne çıktıysa sebep budur. Çünkü herkes, karşısındakini suçlamak için yeterli malzeme elde edebilir. Böylece şiddet-eylem denklemine hapsoluyoruz. Bir tür körlük haline.

İkincisi; ironi. Yani espri dediğimiz şey. Gerçekte nedir ironi? Neyin karşılığıdır?

Türk Dil Kurumu’na göre, iki farklı anlamı var: Biri; (isim, edebiyat) Gülmece. İkincisi; “Söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme”dir.

İkircikli ima veya alay, muhataba yöneltilen bir silahtır aslında. Silahı kullanan da, şahit olan da gülümser. Güler. Neye veya kime? Duruma veya kişiye. Gülünç bir duruma veya gülünç duruma düşürülen kimseye. Hedef muhataba bir şey söylemek değil, ima ve alayla karşıdakinin canını yakmaktır.

Geçmişte ironiye başvuran kimseler daha çok baskı altında olan yazarlar, düşünürler, sanatçılar… Çünkü kullanabilen için ironi, muhatabıyla alay ederken kendini korumanın en iyi yolu. Bilgilendiren, düşündüren, derinleştiren ve trajikomedi karşısında ağlamakla gülmek arasında bir yerde bırakan. Nietzsche’nin eserleri böyledir. Oğuz Atay’ın eserleri de, denebilir ki, ironi kumsalından farklı değildir.

Zamanla değişen, dönüşen her şey gibi ironi de değişip dönüşüyor, kullanım alanı genişliyor. Bugün entelektüel camia ironiyi kendini korumanın bir yolu olarak kullanmıyor artık. Eğlenmenin, karşıdakini alt etmenin, tatminin bir aracı olarak kullanabildiği gibi siyasal alana yönelik eleştirilerde de kullanabiliyor.

İroni eskiden sadece entelektüel sınıfın etkin olarak başvurduğu bir yöntemdi, sosyal medyanın yayılmasıyla birlikte artık herkesin kullandığı bir yöntem haline geldi.

Diğer tarafta sosyal medyanın sosyal olaylardaki rolü son birkaç yıl içinde bütün yönleriyle ortaya çıktı.

Bu durum neden önemlidir? Vasıta vasatı değiştiriyor da ondan. Sosyal olaylarda dövizler, pankartlar ve diğer materyallerde şikâyetler, eleştiriler ve talepler belirgin değil artık. Belirgin olan hedef. Hedefi gülünç duruma, alay edilebilir duruma düşürmek.

Türkiye’de bunun ilk örneği Gezi. Evet, ironinin planlı programlı uygulandığı ilk sosyal olay Gezi’dir. Bu yönüyle Gezi, bir sosyal medya operasyonudur. Kullandığı yöntem ise ironidir. Hem olayın sürekliliğini sağlayan motivasyon, hem de eylemlerin sivil ve masum olduğu mesajı, dolayısıyla da meşruiyeti ironiyle kazanılıyor!

Sosyal medya ise bu durumun yaygınlaşmasında önemli bir işlev görüyor. Meselenin iki günde bütün dünyaya duyurulmuş olması ve gelen tepkiler, organizatörlerin kullandıkları yöntemin sonucudur. Geldiğimiz noktada ironi “duranadam” figürü üzerinden işliyor. Sosyal medya üzerinden de bu figür yaygınlaştırılıyor.

Gezi’nin kodları çözülecekse vasatı ve vasıtayı çözümlemek gerek. Gezi’nin vasatı ironi. Vasıtasıysa sosyal medya. Bugünün siyaset arenasında yeri olmayan iki olgu. Rahmetli Necmettin Erbakan gibi, Süleyman Demirel gibi ironi yapan siyasi lider yok. Sosyal medyanın kullanılmadığı da aşikâr. Bu ‘savaş’ta kaybetmek istemiyorsanız sosyal medyayı iyi kullanmak zorundasınız. Yerli yerinde ve zamanında karşı atak geliştirecek kadar atik davranmanız gerekir. Matraklıksa, matraklıkları boşa çıkaracak kadar güzel mizah yapmalısınız…

İşte azınlıktalar ama azın çoğaltılabildiği sosyal medyayı kullanıyorlar. Söyleyecekleri bir söz yok ama her şeyi dalga konusu edebilecekleri ironiye başvuruyorlar.

Böyle böyle Gezi tiyatrosunda skeçler skeçlere açılıyor. Son skecin adı; duranadam… Hep birlikte izliyoruz…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir