Yarınlar gençlere emanet edileceğine göre onların bugünden bu ağır emaneti taşıyabilecek kıvamda yetişmesi, bu ağır görevin sorumluluğunu, heyecanını, aşkını duyması gerekir.
Gençlik, hayatın en fırtınalı mevsimidir. Zira insan fizikî güce, bedenî arzulara, pembe hayallere en ziyade bu mevsimde sahip olur. Sahip olduğu bu potansiyeli hizmet yolunda, hayırlı ve faydalı sahalarda kullanabileceği gibi, hezimet yolunda, kötü ve zararlı alanlarda da kullanabilir. İnsanın değeri, güç ve imkânları hangi sahada kullandığına bağlıdır. Yapmakla yıkmak elbette bir değildir.
Aziz Fikir Buğdayı
Teknolojinin imkânlarını insanların, özellikle gençlerin zaafarını tahrik ve istismara yönelik tuzaklar kurmada mahir olan vahşi kapitalist düzen insanî değerleri ve üstün idealleri öğütmekte, eşref-i mahlûkât ve Allah’ın yeryüzünde halifesi olan insanı ise ekonomik hayvan derekesine düşürmektedir. Bu tüketim ekonomisinin haz dünyasında insanî ve ahlakî değerler hızla tükenmekte, üstad Necip Fazıl’ın çizdiği tablo ortaya çıkmaktadır:
Beyinler zıpzıp kadar, mideler koskocaman
Aziz fikir buğdayı katıra mahsus saman
Kutsal kitaptır fuhuş, ahlak okunmaz roman
Rahmet meçhul kelime, bilinmez isim Rahman.
Behimî arzu ve hırsların körüklenip yangın yerine çevrildiği günümüz materyalist dünyasında yanmamak her babayiğidin harcı değildir. Modern Nemrutların yaktığı ateş içinde yanmamak için İbrahim’in sıfatlarını kuşanmak gerekir. Bu sıfatları kuşanan Muhammed İkbal, tahsil için gittiği Avrupa’dan, Nemrud’un ateşinde yanmayan İbrahim gibi salimen döndüğünü söylüyor. Gözlerine çektiği Medine sürmesi haramlara bakmasına engel olmuştu.
Alevler İçinde Fakat Yanmıyor
Merhum Ali Ulvi Kurucu her sohbetinde Mustafa Sadıku’r-Râfi’î’nin bir makalesinden bahsederdi. “Alevler içinde, fakat yanmıyor” başlıklı makaleyi görünce şaşırmış, acaba bu yanmayan taş mıdır, tuğla mıdır? diye düşünürken, makaleyi okuyunca görmüş ki, Râfi’î kendisini ziyarete gelen üniversiteli gençlerden bahsediyor. Kahire’nin o günkü olumsuz ortamında, ahlaksızlığın prim yaptığı bir zeminde kirlenmemiş, İslami safiyetini korumuş gençleri anlatıyor. Onları alevler içinde yanmayan İbrahim’e benzetiyor.
Şehvet, şöhret ve servet karşısında eğilmeyen, dünyevî menfaatler karşılığında satın alınamayan gençler hak yolunun gerçek yiğitleri ve mücahitleridir. Zafer öncelikle insanın iç dünyasında kazanılır. Nefsî zaafarına mağlub olanlar, dış dünyada hiçbir zafer elde edemezler.
Yaşama Zevkinden Yaşatma Aşkına
İstikbali omuzlayacak genç, mefkure sahibidir, gücünü imanından alır, zor şartlara aldırmaz, ruh köküne bağlıdır. Özgüven sahibidir, ölümü tebessümle karşılar, cesurdur, hizmet ehlidir. Merhum Nureddin Topçu’nun dediği gibi, “Yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verendir.” Başkasının dünya ve ahiret saadeti için kendini feda edebilendir. Bediüzzaman gibi şöyle söyleyebilendir: “Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Gözümde ne Cennet Behimî arzu ve hırsların körüklenip yangın yerine çevrildiği günümüz materyalist dünyasında yanmamak her babayiğidin harcı değildir. Modern Nemrutların yaktığı ateş içinde yanmamak için İbrahim’in sıfatlarını kuşanmak gerekir. Bu sıfatları kuşanan Muhammed İkbal, tahsil için gittiği Avrupa’dan, Nemrud’un ateşinde yanmayan İbrahim gibi salimen döndüğünü söylüyor. Gözlerine çektiği Medine sürmesi haramlara bakmasına engel olmuştu. www.hukumdergisi.com MART 2013 19 Nurettin TOPÇU sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım, çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” (Tarihçe-i Hayat, s. 553-554)
Gençlerden oluşan Ashab-ı Kehf, özlenen gençliğe örnektir. Bu gençler, devrin putperest imparatoru Dakyanus’a karşı direnmişler, imanları uğruna konforlu saray hayatını terk etmişler, ölümü göze almışlar. Mümin olarak mağarada yaşamayı, putperest olarak sarayda yaşamaya tercih etmişlerdir. “Onlar, Rablerine iman etmiş gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırmıştık, onların kalplerini hakka bağlamıştık. Hani onlar, zalim hükümdarın karşısında durup şöyle demişlerdi: ‘Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz asla Ondan başkasına ilah demeyiz. Aksi takdirde andolsun ki, haktan uzak bir söz söylemiş oluruz.’” (Kehf: 13-14). Sadece Rablerine inanıp güvenerek yola çıkan bu gençler mağaraya sığındıklarında şöyle dua etmişlerdi: “Ey Rabbimiz! Bize kendi katından bir rahmet ver, bize şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla.” (Kehf: 10). Gençlerin bu tavır ve duruşu imanın gücünü, Allah aşkının diğer bütün fani zevklerden üstün olduğunu göstermektedir.
Bedr’in, Çanakkale’nin yiğitleri güçlerini, taşıdıkları muhkem imandan almışlardır. Bu iman, onları Allah’tan başkası önünde eğilmekten korumuştur:
Şühedâ gövdesi, bir baksana dağlar taşlar
O rükû olmasa dünyada eğilmez başlar.
Örnek İslam yiğitlerinden birisi de Mus’ab b. Umeyr’dir. O, Mekke’nin en zengin gençlerindendi, lüks elbiseler giyerdi. Bütün mahrumiyet ve tehlikeleri göze alarak Müslüman oldu. Hz. Peygamber tarafından Medine’ye muallim olarak gönderildi. Uhud savaşında şehid oldu. Üzerinde yarım elbise vardı. Vücudunun üst kısmını otlarla örttüler, öylece defnettiler. Rasûlullah onun bu halini ve Mekke’de pahalı elbiseler içindeki durumunu göz önüne getirip ağladı. Zevk sadece yeme-içme ve pahalı elbise giymek olsaydı inanç uğruna terk edilmezdi. Demek ki şehvet sahiplerinin tatmadığı zevkler de varmış.
Aslolan kalitedir. Vasıfsız, gayesiz kalabalıklar saadet değil, felaket sebebidirler. Manen yok hükmündedirler.
“Nice az vardır ki, az değil çoktur
Nice çok da var ki, ha vardır ha yoktur.”
Kur’an tabiriyle Hz. İbrahim tek başına bir Ümmet hükmündeydi.
Kimi Bekliyoruz?
Nasıl bir gençlik bekliyoruz? Ömrünü örnek bir nesil yetiştirmek için harcayan Necip Fazıl’a kulak verelim: “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik. Zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik. Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik… Kim var? denince, sağına ve soluna bakınmadan “ben varım” diyebilen bir gençlik.”
Bu gençliğin vasfı; eyyamcılık, topçuluk ve popçuluk değildir. Zira o dava ve misyon sahibidir. İnsanlığın geleceği onun hizmet ve himmetine bağlıdır. Arif Nihat Asya’nın diliyle onu göreve çağırıyoruz:
“Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın, Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.”